ADNAN DURMAZ-şiir053.html




VE ACININ YAZILMAYAN TARİHİ

1- Ve Acının Yazılmayan Tarihi

Gece serin eteklerini savurur
Bozkırdır
Anamdır Cümle mahlûkat uyur
Bir çığıra uzanır uçsuz
Hayaletler bekleşir susuz kuyu başlarında
Gözleri bir çift ölü yıldız
Gülüşleri boğazlanmış at kişnemesi...
Yorgun tırpancılar uyur anızların arasında
İtler birbirinin sesine ürür
Sürüler örüme çıkar ülker doğduğu vakit
Emlik kuzu anasının kokusun sürer
Çobanlar frigyadan kalma
Yüzlerine kazınmış acıyla yapılmış akit...
Issızlık delidir
Bahar dörnal geçer
Yaz rahvan
Zemherinin yüreğini ölüm pençeler
Ki kurumuş gülüşlerin can pınarları
Kurt izinde su aranır serçeler
Bozkırdır
Anamdır
Akşam serin yeldirmelerini savurur
Elim yüzüm gün yanığı
Ve acının yazılmayan tarihi
Kanar kaval seslerinde
Can kavurur...
Hep bu ölü soykasını giyinir kıraç
Kınalı bulutların düğününe yas düşer
Sen de
Ay bileziği gencölen yetim kızın
Ben deyim isli bir fener
Ve cümle bozlaklarda aynı yangının külleri
Gidip geri dönmeyenler...

2- Bozlak

Akşam oldu sarı bozkır bozlak bozlak kanadı
Mezar ıssızlığı çoktü göçük yüzlere
Biçilmiş göğ ekin bakışlarıyla
Birer gölgeydi kadınlar
Sevinç devşirirlerdi bebelerinin
İki umut mumu yanan gözlerinden
deli bir hayalet gibi koştu yel bağırarak
Parçalanmış eteklerini savurarak
Bir tarih zühur etti göğün yırtık yerinden
Alaca kuşlukta çekip gittiler
On beş kişiydiler
Onbeşindeydiler
Öküz gönü çarıklarıyla
Dağlar gibi basarlardı toprağa
Birkaç nikel para kuşaklarında
Bir de yavukludan yadigâr
Kınalı saç dürülü işlemeli yağlıklar...
Bozkırı biçen dereyi geçemedi ihtiyarlar
Birer mezar taşı gibi kalakaldılar
Çile çiçeklenmiş sakallarına
Farimiş gözlerinden acı yaşlar boşandı
Korkularını susuşlarına saklayamadılar
Öpülen ellerine bir türlü bakamadılar
Birisi yemenden söz açtı- birisi balkanlardan
Yeniden sızı verdi kocamış yaraları
Esirlik günlerini anımsadılar
Ufaldı karartılar kil yeşili dağlarda
Kimisinin anası- kimisinin yâreni
Gitti onlarla birlikte ufkun ucuna kadar
gözleri yabanıl atlar gibiydi
Ve kavi yürekleri kan içinde
Ölümcül bir afat oldu ayrılışları
Ve bir daha dönülmez kadar uzak
Kerpiçten evlerin el kadar camlarından
Çocuksu yüzleriyle bakakaldı yavukluları
Acı yaşlarını saklayamadan
Siğinı siğim ağlayarak...
On beş kişiydiler
Onbeşindeydiler
Bir daha dönmediler

3- Gidip Geri Dönmeyenler

Bu deli yollara oğul verdin
Gidip geri dönmediler
Kaç kolun koptu Yemen
Kaç yürek yaran Çanakkale
Ocakların kör kaldı
Kaçıncı söndü umudun
Gidip geri dönmediler...
Güldün mü
Kıvılcımlar saçılır geceye
Bakışın ilk insandan bu yana
Bütün bakışların bahçesi
Ayakların tâ hititten beri
Büyle sıkı basar toprağa
Gende hep yoksulluğu koydular
Kıran düştü- kıtlık düştü payına
Gidip geri dönmediler...

4- Yitik Şairler Toprağı

Bütün çocukları ölmüş düşsüz yeşilden
Utanmaz bodur tepeler
Sarı kanayan kepirde
Kevengin gülüşüdür insan
Sanırsın aşınır rüzgârla
Bir Yunus' tur gelip geçmiş
Deli günün alnacında
Dudakları şerhem şerhem
Ki dökülmüş gözyaşları
Tesbih taneleri gibi
Şimdi birer ağaç kalmış yerlerinde
Değilse
Ne yek ahenk- ne yek avaz
Bir gazel düşeni olmamış feryadına
Bir tek Süleyman Çelebi' den o malum mesnevi
Onlarla birlikte gelmiş tıkız develerinin yeninde
O gün bu gün okunur
Cümle vakitsiz ölümlerde
Gelip kurmuş alaçığını
Artık isyana tövbeli
Ki başkaldırmayı bilmeyen
Nereden bilir sevmeyi
Kaşın alnı çatına aşk düşürmeyi
O çileyi seçmiştir ve ancak kanar
Meramını karanlığa zikreder
Ki ıssız koyaklarda haykırılan uzun havalar
isyansız yüreklerin sevdalarından doğar...
Zulümler altında bencil
Yitirir yaşamın yedi rengini
Gurbet evcilleştirir bazan çok uzak
Satar öz kızını mal niyetine
Acılarda birlik olup yola gelinir
Kanlı düşman kesilir sevinçlerde
Korkular- ürküler elinde kalmış
Yitik aşıkların sürgün toprağı
Bozkır
Neyi beklediğini bilmeden
Canından can yolmuşlar ot niyetine
Dallarından evlat kopmuş kaç Yemen çölllerinde
Öşürlenmiş ana sütü
Ter ve gözyaşı
Kaç bin yıllık suskunluğun
Puskunluğun anıtı her mezar taşı
Şimdi alnında Salihli'nin bağları
Tütünü Manisa'nın
Sivrisinekleri Çukurova'nın
Şimdi gözlerinde
Bir umut olmuş küfrü ve rezaleti
Ömür posalaştıran almanyaların
Şimdi
Yüzünde goncası dökülmüş yoksulluk çiçekleri
Yozlaşmanın bayrakları
Kerpiç dambaşlarında
Televizyon antenleri...

5- Yediveren

Direnci zemheriden karılmış- ölüm kapı komşusu
Sabrı dağlarla bir- cehennemden sökün etmiş ağustosu
Zulümlerle dövülmüş yüreği yoksulluğun örsünde
Gene de yangınlar içinde yediveren güldür sevdası
Yıkılası kara dağlar boyun büküp yol verir
Değilse kıyametler doğurur coşkusu
Lâkin körolası yollar uzanmış yatar toz kül içinde
Kör bir engerek gibi azrail hovardası
Bir yol gülüşlere karışmış
Bakışlara tünemiş- sözcüklere bulaşmış
Ezeli bir acının doğurduğu nefret
Yıkılmaz muhanetin karlı dağları
Çevresi dolaşılmaz
Ruhları yağmalanmış
Babadan oğula devrolan lânet
Çifte su verilmiş yüreği kâr etmez hasretine
Koparır elini kolunu gurbet
Gene de yangınlar içinde yediveren güldür sevdası
Bilmezler
Yaşamak derler adına
Dağların ötesinde bin yıldır paylarına düşen esaret
Günah- vebal- yemin -gammazlık-y alan- kin
Uğur- nazar- yılan- çiyan- büyü- cin
Ekmek atlı insan yaya-can ter içinde
Korkuyla- nefretle silahlandırmış ruhlarını cehâlet
BilmezIer
Özgürlük derler adına
Dağlarda yapayalnız ağlayabilmenin
Ölmenin doktorsuz-ilaçsız
Bazan çocuk üstüne- bazan yılan sokması
Sanarsın ki unutturmuş sevmeyi
Gülüşlere âfât olmuş nuhnebiden kalma cinnet
Gene de
Yangınlar içinde yediveren güldür sevdası

6- Bozkırda Ölüm

Dipsiz bir çukura benzer
Yaşlı köylünün ağzı
Sağa sola bükülmüş
Sapsarı etsiz birkaç diş
Yosunlu yalak taşları gibi
Dağdan kaya yuvarlanırcasına
Ar daman çatlar gibi pervasız
Kahkahası dehşet patlar...
Oturmuş tarlanın anına
Dünyanın en ciddi İşini yapar
Ağustos gününde gönleşmiş yüzü
Burnunda taze ekin kokusu
Tırpanın biler
Onun da dostu düşmanı vardır
O da evdekileri ehl-i yal bilir
Onsekizinde kara sevda narına yanmış
Issız dağlara ağmış- def çala çala
Derin derin hocalara okunmuş
O gün bu gün cılız kalmış
Kız kaçırmış- gelin ayartmış- yetim büyütmüş
Başını beladan belaya sokmuş
Damda yatmış- kaçak gezmiş- nam yürütmüş
Burnunda taze gelin kokusu
İlk gurbeti askerlikte
Dört yıl- dönmemesine
Yaya döndü on beş günde
Çarıksız- parasız- aç
Dört yıl önce kaçırdığı döndüsü
Döndüğünde başkasının karısı
Çekip çıktı gurbete
Meramı bir çift öküz parası...
Yüledi turpanını
Yorgun yorgun baktı ala buluta
Kaçıncı yağmur bekleyişi bu
Unuttu...
Daha düşünecek çok şeyi vardı
Kimisi burulmuş yüzülyle birlikte
Kimisi ilk günden daha taze...
Elini testiye uzattı
Doğrulamadı
Köskendi tarlanın tümseğine
Soluğunu toparladı var gücüyle
Bir daha alamadı
Düştü başı ekinlerin içine
Şapkası yuvarlandı
Gevşedi parmakları
Tırpanı bir daha tutamadı
Mor bir sinek gelip kondu alnına
Gün yelinde sallanan başakların
Kıl ıkıpırdamadı
Güneş gök boyu büyüyüp söndü
Bakakaldı
Ağzı açıldı
Dişleri Yosunlu mezar taşları
Üzerinde tek satır okunmayan
Acının anıtları
Taze ekin kokularını
Duyamadı...

Adnan DURMAZ
     31.5.93

Şiir Dizini    Anasayfa   Sonraki